Pazar, Ekim 29, 2006

Modern Yöneticilik Sözlüğü


MODERN YÖNETİCİNİN SÖZLÜĞÜ
 
Abrams’ın tavsiyesi (1) “Bir fili yerken lokma lokma ısır.” (2) Yiyeceğin adamı ufaladıktan sonra harca. (4) Hiç bir işe o işi önce yenir yutulur parçalara bölmeden girişme.

Adama iş – (1) Kişi niteliklerine bakılmaksızın işe alma. (2) Kırılamayacak tanıdıkların yakınlarına yapılan kıyak.

AGY (1) “Amaçlara Göre Yönetim” kavramının kısaltılmış şekli. (2) “Aman Götürürken Yakalanma” tavsiyesinin şifreli ifadesi. (3) Kuruluş amaçlarının çalışanlara pazarlık usulü ile paylaştırılması. (2) Herkesin kendine çalışması.

Ahlak (bkz. Etik)

Anlaşmazlık (1) İki veya daha çok tarafın herhangi bir konuda amaç, fikir ve yaklaşımı arasındaki ayrılık. İhtilaf. (2) Paylaşım adaletsizliğinin ilk sonucu.

Anonim (1) Kaynağı bilinmeyen veya tespit edilemeyen, ortalığa mal olmuş. (2) Kimsenin üstlenmek istemediği bir suçun sahibi.(3) Faili meçhul.

Aptallık [eşanlamlıları - akılsız, zekâ yoksunu, alık, ahmak, sersem, budala, ebleh, salak, vurdumduymaz, umursamaz, beceriksiz, cahil, aklıevvel, andavallı, kuş beyinli, bön, her bilen.] (1) Başkasına zarar verirken kendine daha çok zarar veren kimse (2) “Rasyonel düşünerek hiçbir şey keşfedemediğini” beyan eden mucit Albert Einstein’a a göre uzayla beraber dünyadaki iki sonsuz şeyden biri.

Araştırmacı (1) Okuma planı yapan, gördüklerinden kendine pay çıkarmaya, üzerinde düşünmeye, geçerliliklerini sorgulamaya, değişmeye hazır olan, kocakarı ilaçlarını bırakıp, doktorun dediklerine itibar eden, katkı ve sorularını ileten, dönüşte geriye kirli çamaşırdan başka şeyler de getiren kişi. (2) Kişinin yükselmek için istenen yasak savmak için yaptığı üstünkörü iş.

Ast (1) Alt rütbedeki kişi. (2) İşi yapan kimse. (3) Üstünü aklıyla idare etmesini bilen kimse.

Bahşiş (1) Bir hizmetten duyulan memnuniyeti göstermek üzere verilen para. (2) Kişinin tanınmadığı yerlerde birdenbire bire gözde (yağlı) müşteri konumuna oturtulmasını sağlayan hizmet öncesinde hizmetin iyi görülmesini temin için baştan verilen peşin para. (3) Garsona bir şey aldırıp, paranın üstünü hizmeti yapana bırakmak gibi hizmet tamamlanmadığı halde değişik vesilelerle verilen ara para. (4) Hizmet bitip kalkılırken verilen, bir sonraki gelişte iyi karşılanmayı ve bekletilmemeyi sağlamak üzere verilen adieu – au rovoir – auf wiedersehen – bye bye – elveda parası. (5) Daha çok devlet dairelerinde rastlanan, arada bir yasaklanan ama yasa ve mevzuat üslubuna uydurulup sürdürülen, vereni onurlandırmak, alanı gücendirmemek için olsa gerek “bağış” adı altında alınan zoraki para

Basit organizasyon yapısı (1) Birinin patron geri kalan herkesin ecir (çalışan - yanaşma – maraba olduğu) ilişkiler yumağı. (2) Birinin şef gerisinin Kızılderili olduğu düzen.

Bedavacılık [Eş anlamlı sözcük - sosyal somunculuk] (1) Bir grup içinde tek başına göstereceği kadar çaba harcamamak. (2) Grup çalışırken onların sırtına yaslanıp rahat etmek. (3) Christopher Columbus adındaki bir zatın gerçekleştirdiği bilinçsiz yolculuk. Bu zat ne nereye gittiğini ne nereye vardığını bildiği, ne de geri döndüğünde nereden geldiğini anladı ve bütün bunları aldığı ödünç para ile yaptı.

Beş saniye kuralı (1) Türk turizm işletmelerine sağlık sertifikası veren kuruluşlara sahip olan İngilizlerin benimsediği sağlıklı yaşam kuralı “Satıh şartlarına bakılmaksızın, eğer bir yiyecek maddesi yerde beş saniyeden daha az bir süre kaldığı takdirde ağza atılarak yenmesinde bir sakınca yoktur.”

Bilgi (1) Bir iş veya konu hakkında bilinen şey. (2) Zihince kavranmış temek fikir. (3) Paylaşıldıkça genleştiği söylenen şey. (4) Başkasından gizlendiğinde kişiyi erişilmez mertebeye taşıyan güç.

Bilgisayar (1) Dişi hali - Yaratanın dışında mantığı kimsece anlaşılmayan, kendi aralarında anlaşmak için kullandıkları dili kendileri dışında kimsenin bilemediği, en basit ve küçük hata bile ileride geri çağrılmak üzere uzun dönemli hafızasında saklı tutan, kazara alınacak olursa maaşın yarısını aksesuar almak için harcandığı bir makine. (2) Erkek hali - İlgisini çekmek için açılması gereken, içinde o kadar veri olduğu halde hiçbir ipucu bulunmayan, işi senin soruna çözüm bulmakta yardımcı olmak olduğu halde çoğu zaman kendi sorun olan, tam birini beğenip alınca, birden biraz daha beklesen daha iyisini bulabileceğini fark edeceğin bir makine.

Bitmeyen senfoni (1) Politikacının sürekli sözünü ettiği gelişme düzeyi. (2) Besteci Franz Peter Schubert’in Bitmemiş Senfoni adıyla tanınan, ilk kez ölümünden beş yıl sonra seslendirilen 8. Senfonisi (3) Bir üstün astına yaklaşık ayda bir kez yinelenen aynı içerikli söylev.
Bürokrasi (1) Alman sosyolog Weber’in kaleme alıp herkesin başına dert ettiği bir yönetim sistemi. (2) İş görmemek için ardına sığınılan güç. (3) Elleri kolları bağlama işlemi.

Bürokrat (1) Kamu yönetiminde vatandaş için çalıştığı söylenen dokunulmazlık sahibi memur. (2) işi yokuşa süren kişi.

Candan çalışan Tersi için bakınız yandan çalışan.

CRM - (1) Müşteri İlişkileri Yönetimi anlamına gelen “Customer Relationship Management“ sözcüğünün ilk harfleri. (2) Müşterinin daha çok harcama yapması için ustalıkla tezgâhlanan tuzakların toplamı.

Çaycı (1) Çay ocağı işleten veya servisi yapan kişi. (2) Bir kuruluşta kafasına göre takılan, birkaç dakika için bile olsa ortadan kaybolduğu hemen fark edilen, “Nerede bu çaycı” diye fellek fellek aranan, en önemli organizasyon adamı.

Danışman (1) Müşavir. (2) fikir almak üzere kendisine danışılan kimse. (3) Bir kuruluşta kimsenin yapmak istemediği işleri yaptırmak üzere tutulan ve kullanılan kişi.

Dedikodu (1) İki veya daha fazla kişi arasında konusu çekiştirme veya kınama olan konuşma. (2) Boş kaldıkları zamanlarda işyerinde çalışanların yaptığı iş. (3) Yayıldıkça kalınlaşan, elle tutulması mümkün olmayan şey. (4) Bir iş hakkında fikir almak üzere yapılan ön çalışma. (5) Birisi hakkında doğru bilgiyi almak için kullanılan en güvenilir kaynaklardan biri. (6) Birisini harcamak için yapılabilecek en büyük iyilik.

Değişim (1) Bir işi halen yapılandan daha farklı bir şekilde yapmak. (2) istenen ama bir türlü yapılması kısmet olmayan şey. (3) Bazılarının kendinde olduğunu yarım ağız söylediği ama asla inanmadığı ve yapmayacağı şey. (4) İçerdekilerce daha önce defalarca söylediği halde kimse dinlemediği için bu kez kuruluş dışından hizmet alınan yüksek etiketli danışmanlarca yeniden tekrarlanınca “peki” denilip ama içerdekilerce gene de yapılmayan şeyler.

Desteksiz sallama – (1) Henüz tanımı yapılamamıştır. Örnekle idare edilir. “Yeter söz milletin! En büyük biziz! Türkiye seninle gurur duyuyor!”

Dil paralama – [Eş anlamlı dil dökme. Diliyle anlatmaya çabalama] (1) Türk filmlerde mürekkep yalamış elit tabaka için uzun, ağdalı, ne olduğunun anlaşılması için üzerinde uzun bir süre düşünülmesi gereken, edebi cümleler yanında asıl hâsılatı sağlayan alt tabakayı şenlendirmek için de bolca kullanılan argo sözcük.

Dinlemek (1) Söyleneni işitmek ve anlamak üzere kulak vermek. (2) En çok yapılması gerekirken en az yapılan iş. (Not: En çok yapılan iş yerli yersiz konuşmaktır.)

Düzeltme (1) Bir iş başa geldikten sonra bir daha olmasını engellemek için alınan tedbir. (2) Hatadan geri dönmek. (3) Yapıldıkça edinilen tecrübeyi artıran her türlü iş.

Etik (1) Ahlak. (2) Söylenince “O da ne?” tepkisi alınan sözcük. (3) Yapılırken bir gören olursa ayıp olan şey. (4) Yoksun olanlarca kızıp ceza kesilen her türlü eylem.

Filtrelemek (1) Herhangi bir haberin sadece olumlu yönlerinin karşı tarafa aktarılması, kötü haberin yumuşatılarak karşıya tehdit oluşturmadığı izlenimini vermek. (2) Söylenenleri anlamazlığa gelerek geçiştirmek.

Günah (1) Dinen yapılmaması öngörülen, önerilen ve yasaklanan işler. (2) Vicdana sığmayan işler. (3) Mahatma Ghandi’ye göre dünyada yedi tane olan şeyden biri - çalışmadan zenginlik, vicdana sığmayan haz, kişiliksiz bilgi, ahlaksız ticaret, insanlık dışı bilim, özverisiz ibadet ve ilkesiz politika.”

Halef (1) Oturduğun yeri daha önce işgal eden kişi. (2) Sana enkaz devreden kişi. (3) Gıyabında yargılanan, savunmasız günah keçisi.

İç müşteri (1) Her kuruluşta personel, çalışan, eleman (el-aman diye okunur) adıyla bilinen çalışana toplam kalite yapıcılarınca verilen isim. (2) Bir yerde çalıştırılan insan kaynaklarına güzel ses verdiği için takılan moda ad. (3) Eski tarihlerde emeğini kiralayanlara bazı kesimlerce bunları aşağılamak, bazı kesimlerce de bu kimselerin uğradıkları mağduriyeti, ezikliğini göstermek amacıyla amele, emekçi, işçi, ırgat denen kişinin işlevi değişmediği halde aldığı yeni ad.

İç savaş (1) Kuruluş içi bölümler arasında zarar verici, verimliliği azaltıcı kapışma. (2) Müşteriyi yok sayarak çalışanlar arasında kademe atlama, rakip eksiltme, ileri çıkma için yapılan her türlü politik, apolitik, rasyonel ve irrasyonel girişim.

İletişim (1) Bilgi aktarma, haberleşme. (2) Çoğunluğun sadece konuşularak yapıldığını sandığı iş. (3) Hakkında çok konuşulan ama hiç yapılamayan bir iş. (4) Söylenen bir şeyin gerisi geriye ilk söyleyene tekrarlamak. (4) Yabancı dilden alıntı sözcükleri Türkçeye katma işlemi

İlk adım – (1) Bir işe başlamak için yapılan ilk iş. (2) Çin atasözüne göre bin yıllık yolculuğa başlama için yapılan ön iş. (3) Kolay yoldan sonuca varmak. Örnek “Kriz var! Tasarrufa nereden başlayalım?” sorusuna “Toplam kalite için ayrılan eğitim fonlarından!” cevabının verilmesi.

İnsan Kaynağı (1) İki eli, iki ayağı, iki gözü, iki kulağı, bir ağzı olan sözle anlaştığı ve zekâ sahibi olduğu söylenen canlı. (2) En kıymetli varlığımız diye söz edilen kişiler.

İş genişletme (1) Çalışana “Bak sana daha çok sorumluluk verip, seni geliştiriyoruz,” diyerek daha fazla iş yükleme hali. (2) Çalışanın boş vakti doldurmak için verilen önce geçici, kısa sürede kalıcı olan ek iş.

İş paylaşma (1) Aynı işin değişik zaman dilimlerinin iki veya daha fazla kişi tarafından paylaşılarak yapılması. (2) İşin çoğunu bir başkasına yaptırmak.

İş rotasyonu (1) Diğer bölümlerdeki incelikleri bire bir yaşama fırsatı. (2) diğer bölümleri dolaşarak onların neler karıştırdığını görme fırsatı. (3) Aynı işi değişik yerlerde farklı usullerle yapıldığını görme karşısında yaşanan baş dönmesi.

İşe yönlendirme (1) Kuruluşa düşünce ilk izlenimi birinci ağızdan öğrenme için yapılan biçimsel eğitim. (2) Kuruluş örf, adet ve ananelerini sağdan soldan, diğer çalışanlardan yalan yanlış öğrenmeden önce kuruluşun resmi açıklamasını resmi ağızlardan dinleme fırsatının verildiği aydınlatıcı program.

Kadın (1) Adının olmadığı söylenen cins. (2) Evde oturan yemek yapıp, etrafı temizleyen ve çocuklara bakan varlık. (3) Daha az ücret ödeyip daha çok çalıştırılan eteği uzun aklı kısa insan cinsin adı. Mary Quant 1970’lerde mini eteği giydirdiği “Aklı da eteği gibi kısa!” olarak daha sonra güncellenen kişi. (2) Elinin hamuru ile erkek işine karışan kişi. (3) Fendi (hilesi, oyunu, düzeni) ile erkeği yenen dişi. (4) Bazı eşeklere göre sırtından sopa, karnından sıpa eksik olmaması gereken kişi. (5) Dayağı cennetten çıkarıp insanlığa armağan eden cins. (6) Dövülmediği takdirde insana dizini dövdüren kimse. (7) Arabesk halkın gözdesi yanık sesli türkücülere göre evden çıkmadan dövülen karşı cins.

Kalite [Eş anlamlı sözcükler - nitelik, keyfiyet, hususiyet, mahiyet, meziyet, ehliyet, özellik, vasıf, kişilik, karakter, kimlik, çap, klâs, statü, değer, sınıf, standart] (1) O an için kullanıma uygun derecede yeterli olma hali. (2) Halk arasında neye göre ise daha iyi, üstün, farklı, pahalı olan şeye verilen sıfat. (3) Olduğu iddia edilen ama tanımı yapılamayan bir özellik.

Kıyaslama (1) sınıfındaki dünyanın en iyisi ile kendini karşılaştırma. (2) Uzunca bir süre, ilgili ilgisiz birçok insandan oluşan bir grupla yapılan, yeni insanlarla tanışmaya olanak yaratan, kabarık bir masraf listesi ile geri dönülen, katılmayan herkesi hasetten çatlatan turistik geziye kılıf uydurmak için verilen amaç.

Kontrol (1) Bir işin öngörülen şekle göre yapılıp yapılmadığını incelemek, denetlemek. (2) Çalışanların gemiyi azıya almasını önlemek için yapılan iş ve işlem. (3) Yanlışı yakalamak amacıyla yapılan tüm çalışmalar.

Konuşmak (1) Dinleyicilere fikrinin anlatmak için yapılan iş. (2) Yarenlik etmek. (3) Bazı profesyonellerin mecburi dinleyicilere reva gördükleri zırva.
Kötümser (1) Her şeyin kötü tarafını öne çıkartan kişi. (2) Hiç kimsenin görmek istemediği gerçeği söylediği için kınanan kişi. (3) Senden başka herkes.

Kurum kültürü (1) Kurum kişiliği, karakteri. (2) Bir kuruluşta iş görme usulleri manzumesi. (3) Bir işin niçin yapılmaması gerektiği veya nasıl yapılamayacağını anlatan mazeret.

Kurum kültürü (1) Kurum kişiliği, karakteri. (2) Bir kuruluşta iş görme usulleri manzumesi. (3) Bir kuruluş çalışanları için patronun öngördüğü davranış kuralları seti. (4) Bir işin niçin yapılmaması gerektiği veya yapılamayacağını anlatan mazeretlerin toplamı.

Mevkidaş (1) Aynı veya paralel mevkide bulunan kişi, iş arkadaşı. (2) Hasım. (3) Terfi etmene en birinci engeli oluşturan can düşmanın.

Motivasyon (1) Kendini ama çoğu kez karşı tarafı gayrete getirerek istediğini seve seve, sorgu sual etmeden yaptırma işi. (2) Çalışanı vaatlerle gaza getirerek iş gördürme çabası.

Organizasyon şeması (1) Bir kuruluşta kimin kime bağlı olduğunu, alttaki ve üsttekileri gösteren genellikle piramit şeklinde çizilen şema. (2) Yerleşim planı. (3) Kimin hangi katta, hangi köşeyi kaptığını gösteren yerleşim planı.

Oyuncu (1) Her türlü lehte ve aleyhte tezahürata bayılan, seyirciye oynayan kişi. (2) Transfer zamanlarında ortalığı kasıp kavuran, diğer zamanlarda at yarışı, borsa, loto, toto, kumarhane müdavimliği gibi meşgaleler ile özel yatırımlarını değerlendiren, cebine oynayan kişi. (3) Onu takımda sürekli oynatacak kişi ve gruplara oynayan kişi.

Patron (1) Fransızcada müşteri. (2) İşveren. (3) Profesyonel yönetici. (4) İltifat etmek istediğin herkese söylenecek yağlı bir laf.

Performans değerlendirme (1) İşten adam çıkarmayı ucuza getirmek için yasal zorunluluk gereği yapılan eften püften ölçmeler. (2) Bir kuruluşun yılda bir veya birkaç kez “Neredeyiz? Bizi takip eden var mı?” diye baktığı dikiz aynası.

Personel (1) Bir kuruluşta çalışanlara verilen genel ad. (2) Patrona göre beynini kullanmayan ücret ödenen kişi. (3) Aklını kullanması istenmeyen, elleri ve ayaklarıyla iş gören kişi. (4) Mobil (hareket edebilen) aktif değer. (5) Bir kuruluşta ücret karşılığında hizmetini ve bilgisini kiralayan kişi. (6) Ön saftaki, cephedeki, ateş hattındaki, piyade adıyla bilinen ücretli kişi. (7) Garson, danışma memuru, satıcı, kâtip, hademe, resepsiyoncu, yer hostesi, uzman, sigortacı, tamirci, satış elemanı gibi unvan verilen kişiler. (8) Garson Bey, memur bey, birader, kardeş, arkadaşım, bakar mısın? Gibi ad verdiğimiz kişi.

Rüşvet (1) Resmi veya gayri resmi dairelerde zaten işinizi görmesi gereken kişiyi elini çabuk tutması, işinizi hızlandırması, sizi bekletip, üzmemesi için verilen teşvik primi. (2) Olmayacak işinizi kılıfına uydurarak yaratıcılık gösterilmesi karşısında gösterilen üstün başarı yaratıcılık primi ile ödüllendirme. (3) Yasal olmayan işlerin görülmesi için verilen ve alınan risk primi. (4) Yüzdesi “enselenme – yargılanma – mahkûmiyet” tehlikesi ile doğru orantılı arsızlık.

Selef (1) Oturduğun yere senden sonra oturan kişi. (2) Enkaz devredilen kişi. (3) Kendinden önce oraya oturanları günah keçisi yapan kişi.
Sıfır hata (1) Hiç hatasız iş görme. (2) Yapılan hataların ustaca gizlenmesi sonucu elde edilen başarı.

Sorumluluk (1) Bazılarınca taşınan, bazılarınca başkasının taşıması gerektiği düşünülen yük. (2) İşler yolunda gitmeyince başkasında olduğu öne sürülen şey. (3) Yanlışın o işi yapan kişiden sorulması durumu. (4) Israrla verildiği halde çalışanlarca bir türlü alınamayan şey. (5) Herkesin kendisinde çok ama başkalarında hiç olmadığını iddia ettiği şey. (6) Arada bir görülen bir kişinin kahraman olmak sevdasıyla göz boyamak üzere ortalık yere çıkıp üstlendiği şey.

Strateji (1) Bilinçli olarak izlenen başarıya götüreceğine inanılan yol. (2) Tesadüfen meydana gelen olayları kendi lehine çevirmek için sanki önceden planlanmış gibi takdim etmek üzere kullanılan deyim.

Stratejik ortaklık (1) İki tarafın bir yol izlemek üzere işbirliği yapması veya güçlerini birleştirmesi, birlikte hareket etmesi. (2) Güçlü, kuvvetli, zengin ortağın zayıf, gelişmemiş, fakir ortağı “otlak” gibi kullanması.

Suç (1) Kabahat, zararlı bir sonuç, kurallara aykırı davranış. (2) Kimsenin üstlenmek istemediği bir sonuç. (3) Karşıyı sorumlu kılmaya yarayan araç. (4) Herkesin birbirine attığı yerli yersiz, asıllı asılsız, her türlü çirkef.

Tele-iş (1) İşe gitmeye gerek kalmadan başka mekândan iş yapmak. (3) 
Telefonla yönetim. (4) Uzaktan yönetim. (5) Telefonla sipariş vermek.

Uzun dönemli tahmin (1) Kehanet. (2) Avrupa Birliği önümüzdeki 23 yıl süreyle sollama yasağı koymaz ise “2023’te İtalya’nı bugünkü seviyesini geçmek.”

Vizyon (1) Gidilmesi hayal edilen yer, ufuk, ülkü. (2) Akşam rüyası görülüp sabah yapılması emredilen iş.

Yandan çalışan Tersi için bakınız: candan çalışan.

Yeniden yapılandırma (1) Daha verimli bir çalışma ortamı yaratmak için yapılan her türlü yeni düzenleme. (2) işten adam çıkarma için en çok kullanılan, para bastıranlarca alkışla karşılanan, çalışanlarca hazmı en güç mazeret.

Yenilik yaratma (1) Eskinin, kullanılanın yerine daha faydalı ve yeterli olduğuna inanılan yenisinin konulması haline verine ad. (2) Eski köye yeni adet getirmek, eski hamama yeni tas koymak. (3) Bohçacı kadının adını değiştirip Avon Lady yapmak.

Yolsuzluğu önleme (1) Yolsuzluğu ortadan kaldırmak için harcanan çaba. (2) Beyhude uğraş. (3) Herkesin yapılmasını istediği ama kimsenin ucundan tutmadığı iri yük.

Yükselme (1) Terfi, mertebe veya rütbe alma, basamak atlama. (2) Kişiyi bulunduğu yerden bir üst beceriksizlik seviyesine çıkarma. (3) “Beceriksizlik seviyene henüz ulaşamadın ama sana o seviyeye ulaşman için bir fırsat yaratıyoruz, bunu iyi kullan!” demek yerine yapılan iş.

(Devamı gelecek)

Hiç yorum yok: